25 Haziran 2010 Cuma

Şiir Kitaplarına Kenar Notları V

Lirik Öznenin Şiiri : “Perdesiz”

AHMET ADA

Didem Gülçin Erdem’in 2009’da Memet Fuat Genç Şiir Ödülü’nü kazanan “Perdesiz” başlıklı dosyası yayımlandı. (Yasakmeyve Yayınları, 2010, s.45). Bir ilk kitap bu. Hemen belirtelim, Didem Gülçin Erdem 1989 doğumlu. İstanbul Beykent Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı ile Psikoloji bölümlerinde öğrenim görmüş. 2009 yılında Homeros Şiir Ödülü’nü almış. 2004 yılından bu yana çeşitli dergilerde şiir yayımlıyor.

“Perdesiz” 33 şiirden oluşuyor. Arı, duru bir şiir dili var. Türkçenin tadını çıkarıyor şair. Şiirlerinin konuları bütün yaşam. Hangi başlık altında yazarsa yazsın, gölgeler, kasabalar, istasyonlar, harfler, gizli öyküler, yaşam kesitleriyle dolu. Şeffaf, lirik bir şiiri var. Oldukça insanî ve geçirgen duyarlığıyla titreşimler uyandırıyor. İstasyonlar, bahçeler, Anadolu görüntüleri, çok ince, çok kırılgan ve bağırmayan bir söyleyişle yansıtılıyor. Şaşırtıcı sadeliği okuru hemen şiirlere bağlıyor. Söz oyunları, süslemeler yok şiirlerinde. İkili, üçlü, dörtlü, beşli kümelerle, uzun sayılabilecek dizelerle kuruyor şiirinin ‘yapı’sını. Her şiir farklı bir izleği dile getirmesine karşın, çocukluk, anne, kadınlık gibi izlekler ağırlık taşıyor. “Ben” söylemi şiirlerin söylemi. Şiiri ayrıntılar kuruyor. Ayrıntılarla bir atmosfer yaratıyor. Şimdiki zamanla, bugünün dünyasına eklemleniyor. Mekân Anadolu: Anadolu vurgusunu istasyonları dile getirirken hissediyoruz. Bireysel ve toplumsal acıları sessizce işaret ediyor. Hani, çamura veya yeni dökülen betona beş parmağımızla dokunur, iz bırakırız ya, işte öyle bir iz bırakıyor.

Didem Gülçin Erdem’in ilk kitabı “Perdesiz” usta bir şairi getiriyor yazınımıza. Acemilik dönemi hiç yok. Bir doğa çeşnicisi o. İnsanın yakasına yapışan doğayı anlatıyor: “terlet şu mayısı, ocakta ıhlamur kaynat / mutsuzluk kaç tekrardan sonra ezberlenir / sen nabzında ölç o bozkırı / ıhlamur anneme iliklenmiş yakalık bu yaşında” (s.31). Bu anlatım biçimi şairin bütün şiirlerine yayılıyor.

Didem Gülçin Erdem’in “Perdesiz”deki şiirlerini şu veya bu kaynağa bağlamak mümkün değil; bütün şiir mirasını özümsemiş görünüyor. Kendine özgü bir söyleyişle kuruyor şiirlerini. En belirgin özelliği, uzun dizelerinin anlamsal örgüsünü dikey örgütlenişle tamamlıyor oluşu. Bundan kastım, art arda gelen dizelerin anlamsal bütünlüğü tamamlamasıdır. Dizeyi değil, dizelerin kurduğu ‘yapı’yı gözeten bir tutum içindedir.

“Çocukluğum taştı işte haritadan” (s.28) derken şair, çocukluk dünyasının kazıcısı oluyor. Deneyimlediği çocukluk dünyasına sığmayan, taşan, giderek nesnelere, çevre ufkuna yayılan bir şiirin imgesi oluyor “Ben”i. Sayılar, harfler, sayısız imgeler ısrarla örüyor portreyi. Kız çocuğu olmanın bazı özellikleri giriyor şiirlerine.

Didem Gülçin Erdem, şiirini, doğal dilin içinden üretiyor. Konuşulan gündelik dilin yoğunlaştırılmış dile çevrilmesi denilebilir. Asıl kaynak, kız çocuğu duyarlığı ile deneyimlediği dünyanın onda yer eden malzemeleridir. Bu iki şeyi, doğal dili yoğunlaştırarak aktarıyor.

“Perdesiz”deki şiirlerin sözcükleri, görsel nesneleri özel bir ses düzenlemesinden geçmiyor. İç sesler, ritmin akışını sağlıyor. Ölçü, uyak gibi kaygıları yok şairin. Olmaması da doğal; çünkü doğrudan doğruya ‘anlam’ kuruculuğu öne alıyor.

Didem Gülçin Erdem de, “ve” ile bölünen dizelere, “gibi” benzetme ilgecine başvuruyor. Kimi zaman doğaçlamanın akışına bırakıyor şiirini. “evlerin bacası yok, gök baksın çaresine” (s.22) gibi şaşırtıcı dizeler kuruyor: “annem limon kabuğundan kendi Türkçesini yapıyor” (s23) gibi buluşlara imza atıyor. Bütüne baktığımızda ‘dişil’ söyleyiş öne çıkıyor: “hiç topuklu ayakkabı giymemişinden / yoksulluk en çok kadına mı oluyor” (s.23) derken ‘dişil’ söyleyiş de ortaya çıkıyor. Bu ince ayrıntılar onun şiirinde önem kazanıyor ve kendiliğinden, öznenin sınıfsal konumu da vurgulanmış oluyor.

Lirik şiir için, öznenin kendini dile getirdiği şiir diyebilirim. Didem Gülçin Erdem’in şiiri, şiir dilinde olması gereken sesi de şiir dilinden edinmiş durumda. Bu şiirin dün ilgisi var ve öznenin çevreniyle sınırlı. İnsanî olana açık bir lirizm onunki.

İnsanın ağır varoluşsal sorunlarına öznenin odağından eğildiğinde, özne ile sınırlı izleklerini genişleteceği, işaret taşlarını değiştireceğini umuyorum. Çünkü, modern dönemde, saf bir lirik şiir mümkün değildir. Didem Gülçin Erdem’in, çağrışımları, göndermeleri, imgeleri, yani ‘yapı’ kurucu tüm öğeleri saf olmayan liriği işaret ediyor.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Şiir Kitaplarına Kenar Notları V

“Gecel”in şiirimize getirdikleri..

Ahmet Ada

Harun Atak’ın ilk şiir kitabı “Gecel” yayımlandı. (Yasakmeyve Yayınları, Mayıs 2010). Yayın yönetmenliğini Enver Ercan’ın, editörlüğünü Bülent Usta’nın yaptığı yayınevi, çağdaş şiirimizin en genç şairlerinin ürünlerini de yayımlayarak öncü bir işlev üstleniyor. İyi de yapıyor, çünkü yayımladığı şiir kitapları çok genç şairler kuşağının ürünlerinden oluşuyor. Harun Atak o gençlerden biri. 1990 doğumlu. Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisi. “Kan-Dil” dergisini bir süre çıkarttığını belirtmeliyim. “Gecel”, 2009 yılında, dosya dalında Cemal Süreya Şiir Ödülü’ne değer bulunmuştu.

Harun Atak’ın “Gecel”i, “ölümsüz gecenin ecesi”ne adanmış. Başta E.Zola ile S.Mallarmé’nin diyalogları var:

E. Zola: Dışkı ile elmas dediğin aynı şeydir..

S. Mallarmé: Haklısın üstadım... Ama biri daha az çıkar!

Harun Atak’ın şiirde durduğu yeri en baştan gösteren bir diyalog olarak yorumlayabiliriz bunu. Kitabın ilk bölümünde üç ‘kısa’ şiir yer alıyor. İlk şiir: “Pera’ya bıçak çeken çingene” “Gördüm: / Ötekimle uzlaştığım yerdi, Tanrı / Biri Kürt, biri İspanyol, diğeriyse Papatya’ydı atalarının! (s. 9 ). Hatta biri ‘tek’ dize: “En yakışıklısından bir Ölüm. Ç.” (s.10). Şiirin başlığı: “Gün’e dökülen ekim ırmağı”. Büyük bir olasılıkla Che Guevara’nın ölümü anımsatılıyor. Belki de ben yanılıyorum. Kitabın öteki bölümlerinin adları şöyle : seriler kitabı & vakitler incelikler / g’ece’l için lied’ler / ülkü–ars poetika / hiçlik divanı / panayırda kaza– çürüyen bellek. Her bölüm aynı sayıda şiir içermiyor. Sırayla : 7+5+6+7+7, üç şiir de açılışta var, toplam: 35 şiirden oluşuyor “Gecel”. Kitabın projesi bu.

Harun Atak’ın şiirlerine ilişkin ilk elde şunlar söylenebilir: Sözcüğün anlamsal alanını çağrışımla genişleten bir şiir kuruyor. Mallarmé’ye adadığı “Şairin savaşımı” başlıklı şiiri kimi zaman tek, kimi zaman birkaç sözcükle kuruluyor ve sözcüğün anlamsal alanı çağrışım gücüyle genişletiyor. “Enis Batur, oto portre” başlıklı şiirinde özne Enis Batur. Şiirsel söylem Enis Batur’un ağzıyla oluşturulmuş. “Babam : (artık herkes meşrebine göre okusun) bir cuntacı belki. / İdealist bir vatansever ya da.” (s.19). Şiir dili, şiir tümceleriyle kuruluyor ki, bıçak sırtı bir durum. Harun Atak, “Deliler ve çocuklar içindi kimsesizliğimiz” (s.20) gibi dizeyi “ve” ile bölen bir kurguya başvurmaktan; “Mahzende yıllanan şarabın” (s.37) gibi yıpranmış söz öbeğini kullanmaktan alıkoyamıyor kendini. Bazen “Ebediyete edebiyat enleminde” (s.64) gibi (e) ile başlayan sözcükler içine girebiliyor. Bence düzenli ritimi olan şiirleri daha iyi. Şiiri riske atan bu tür şiirlerinden biri de “Risk büğrüsü”. (s.65). Bazen de sözcük türetiyor: Makyaj’dan “makyaşlı” (s.25) sözcüğünü türetmesi gibi. Gerçi, Harun Atak, gündelik dili kırmak, bozguna uğratmak için yapıyor. Gündelik dilin yıpranmışlığı, aşınmışlığı, şairi kendi şiir dilini üretmeye zorluyor. Gündelik dilin ‘kendi’ bir sorunken, şairin dil içinde dil arayışına girmesi, şiir dilinin kişiselliğine eklemlendiğinin de bilincidir. Buradan kendi dil’ini oluşturma çabasını derinleştiriyor. Dilin bozguna uğratılması kabul edilebilir bir şeydir. Sessel ve anlamsal bir ‘yapı’ kurmak Harun Atak’ın asıl amacıdır diye düşünüyorum. Ayrıca Söz’ü (ki kişiselleşmiştir onda) eksilterek kullanması da dikkati çekiyor. Başka bir söyleyişle ‘sözcük tutumluluğu’ içinde oluşu, az sözcükle çok şey ifade etme olanağı sağlıyor ona.

Varlık ya da varoluş, hiçlik, boşluk, ben ve öteki gibi kavramların insana ilişkin gövdeleşmeleri, şiirindeki özneye metafizik bir derinlik katıyor. “Ötekinin acısına kapanan pencere…” (s.60) derken, şiirinin öznesi ötekinin acısına açıyor yüreğini. Varoluş kaygıları, var olanla uzlaşmayan tinsel dünyanın titreşimlerini okumak mümkün Harun Atak’ın dizelerinde, şiir tümcelerinde. Öyle olunca da gerilimli dilin taşıdığı içerik kendi biçimini kimi zaman düzyazısal, kimi zaman da kendi yatağını bulan biçimlerde deviniyor.

Harun Atak şiirinin iyi örneklerinden birkaçını burada anayım: “Süt”, “Manastır”, “Bozgun”, Takvim ve buhran, “G,ece’l için lied’ler” öne çıkan şiirleri. “Süt” başlıklı şiirden birkaç dize aktarayım :

Ben size hep kördüm

Her oyunda sobelenen çocuktum, ıssızlığınızda.

Gazoz kapakları biriktiren ve ütülen. (s.25)


Harun Atak’ın şiiri lirik özellikler barındırıyor. Lied’lerinde bunu görmek mümkün. Gövde ile nesne arasındaki mesafeyi kapatan, “nesnelerin anlam kazandığı ânı” (s.30) gözeten bir tutum sergiliyor. Moderniteyle parçalanan insanın bütünselliğini şiirle bütünleştiren bir tutum içinde. İleride, umarım, bu kopuşun maddi temellerini görür de, felsefenin düalizm olarak nitelediği özne-nesne kopukluğu sorunsalını şiirinin omurgasına oturtur.

Harun Atak’ın şiirinin dünyada olup bitenlerin dokusuyla imgesel düzlemde ilişkisi var: Autzwitch, Çernobil, Srebrenitza, Nietzsche, Gazze, Ülkü Tamer, Cioran, Rimbaud, Lautreamont, Mallarmé göndermeleri bunun kanıtı.

Şiirinin biçimselliği ve kurgusu farklı farklı. Düzyazısal şiirden, sözcüğün gücüne dayanan kurgulamaya kadar pek çok biçimi deniyor. “Gecel”in son şiirlerinde daha cesur biçim denemelerine giriyor. Ne ki, bu riskli denemelerde anlamla arasını açıyor. Çok fazla yabancı sözcük kullanması, hatta şiir başlıklarını da yabancı sözcüklerden seçmesi Türkçeye özen göstermesini bekletiyor.


“Silkeledim tozunu Söz’ün” (s.31) diyor Harun Atak. Şiirsel söylemden Söz’e baktığım zaman ‘kişiselleşen’ bir Söz’den söz edilebilir. Ne ki, “yerlilik”, “evrensellik” sorunlarına pek girmeyen bir şiir var karşımızda. Ürettiği değerin kumaşına bakması sorunu çözecektir. Mekân ve zaman olgusu ile seçip birleştirdiği sözcüklerin kabuğunun altındaki hayat arasındaki ilişki doğru kurulduğunda, nerede durduğu, varoluşunun nedeni, nasıl bir tinselliğe sahip olduğu ve bilinçaltı serüvenleri açığa çıkacaktır.

“Gecel” için bu kısa yazıda ilk elde söylenebilecekler bunlar: Sözcüklerin kabuğu altındaki görünmezi görünür kılabilmek için, sözcükleri başka sözcüklerle birleştirme ekseninde, sözcüklere tinsellik- dirimsellik katmanın sahihlik ve içtenliği sağladığını söylemek gerekir.

Harun Atak “Gecel”de sözcüğü parlatıyor. Cesur, soyadı gibi atak bir şiir kuruyor. Billurlaşmış, damıtık bir dil, fazlalıklardan arınmış bir söyleyiş egemen kitabına. Sözcüklerde yoğunlaşan bir tutumun, sözcükleri anlamlarından bağımsız, kendi değerleriyle kullanacağını söylemek yanlış olmaz. Harun Atak bunun bilincinde; çünkü seçtiği ve birleştirdiği sözcükler, dizeler, şiir tümceleri söylemek istediklerini okura gösteriyor.

Şiir Kitaplarına Kenar Notları IV

“Söz’e Mezar”

Ahmet Ada

Gökçenur Ç., “Her Kitabın El Kitabı”ndan sonra “Söz’e Mezar”ı yayımladı. (Yitik Ülke Yayınları, 2010). “Bir keman kutusuna gömün beni” demişti ilk kitabının son şiirinde. Moda ölümleri aşıp bugüne geldi. İyi ki geldi, çünkü bir şenlik patlaması şiirleri, Yannis Ritsos’un biçimselliğini, şiir kurgusunun izini sürerek serpilip gelişti, derinleşti. Kurgu ve biçimsellik üzerinde duralım: Gökçenur Ç., çatlağını bulan su gibi, başkalarının sözlerini, edimselliklerini “tırnak” içine alarak, bu sözlerle dünyaya ve yaşama ilişkin düşüncelerini aktarma olanağı buluyor. Böylece, ben ve başkası, ayracın içine ve dışına alınarak iki farklı söyleyiş biçimi açığa çıkıyor.

Sözcük düzleminde, Gökçenur Ç.’nin şiiri için şu söylenebilir: Genellikle, sözcük ile nesnesi arasındaki ilişkiyi açmıyor. Sözcüğü somut olarak kullanıyor. Bazen de sözcüğü özgür bırakıyor. Bu durumda, şiirine yeni anlamlandırma kapıları aralıyor. “Tuna’nın uykusunu budayarak geçiyor gemi”. (s.14). Sözcükler, nesnelerinden uzaklaştırılarak anlamın kurulduğu görülüyor. “Gemi”ye yüklenen anlam, Tuna nehrinin uykusunu budamaktır. Bu durum düz anlamdan uzaklaşılmasına ve şiirsel olanı kurmasına yol açıyor.

Gökçenur Ç., “Söz’e Mezar”ın çoğu şiirlerinde “gibi” ilgeciyle benzetmeler yapıyor ki, “gibi” ilgeciyle yapılan benzetmelerin ‘kolaycılık’ olduğu bilinmektedir. Bir örnek : “bir karayılan gibi geçiyordu ellerinin arasından kış”. (s.18). Örnekler çoğaltılabilir ama sonuç değişmez. Ama, belirtmek gerekiyor: Gökçenur Ç.’nin şiirlerinde çok özgün değişmeceler de eğretilemeler de var. Bunlar onun şiirinin yazınsal anlatım zenginlikleridir. Çoğu, yazınsal imge değeri kazanan, “yapı” kuran şiir tümceleridir.

Dikkati çeken bir nokta da dizelerle değil, örgütleyişi yatay ve dikey şiir tümceleriyle tamamlamasıdır. İlk sözcüğün büyük harfle başlayıp küçük harfle sürdürülmesi, şiir tümceleriyle “yapı” kurmanın yol açtığı bir durumdur. Noktalama imlerinden virgül ve nokta çok az kullanılmış, bu da çokgen okumalara kapı aralamaktadır.

Buraya kadar Gökçenur Ç.’nin şiirinin biçimsel yapısı üzerinde kısaca durdum. Bu şiirin birçok iletisi var: Çok beslendiği Yannis Ritsos’un dili, öznenin yaşantı birikiminin zenginliğini taşıyan bir dile dönüşünce, şaire özgü, yerli biçem birikintiler oluşmuş. Çünkü, hep özlenir bir şairin “kendi davulunu” çalması. Zamanla oluşan biçem işaretlerini yaratıyor. Gökçenur Ç.’nin bir biçemi var, yaşantısının derinliklerin çıkardığı. Gezgin ruhu, başka ülkeler, başka diller, başka kentler, başka insanlar ile iletişim içinde. Ama bu durum biçeminde farklılıklara yol açmamış, tersine, duru, yalın bir çökelmeye, arınmaya yöneltmiş. “Duru yaz göğü” gibi bir biçeme kavuşmuş. Eğildiği izleklerini bu biçemle yansıtıyor. Şiirlerinin izlekleri için şunlardır demek mümkün değil, çünkü yaşamın bütünselliğini aynı “yapı” içinde yansıtmayı amaçlıyor.

Şiirinin birkaç özelliği üzerinde de duralım: “Rüzgâr” imgesi. Rüzgâr sözcüğünü sıkça kullanıyor ve onu yazınsal imgenin kurucu öğesi yapmış. “At Üstünde Uyur Bir Posta Tatarı” başlıklı şiirinde, yine tırnak işareti kullanarak, öznenin ölen babansının yazdıklarını, şiir tümceleriyle değil, düzyazı tümceleriyle aktarıyor. Aktarılan Gökçenur Ç.’nin şiire ilişkin poetik görüşleri midir, yoksa öznenin görüşleri midir? “Görülmeyeni görmek” gibi, “dili değiştirmek” gibi poetik bir yönü var.

Gökçenur Ç., şiirlerinde “ülkem bölündü ve itiraf etmek gerekirse” (s.38) gibi, “terli gök ve bu yeterli” (s.36) gibi, “göbeği ve’li” dizeler kuruyor. Şiir işçiliği bakımından bunun iyi olmadığını belirtmeliyim. “Iştın”, “gerdel” gibi az bilinen sözcüklere de yer veriyor. Gökçenur Ç.’nin şiirlerinde yaz izliği çok yer tutuyor. Bireysel duygular, edimler, nesneler, mevsimler uçuyor, kimi zaman bir haiku biçimi içinde, kimi zaman da kurmacanın serüveni içinde. Bazen de düzyazının özgür düzlüğüne açılmaktan kaçınmıyor.Yannis Ritsos’un, Melih Cevdet Anday’ın, Mustafa Köz’ün şiirlerini göndermeler yolluyor.

Gökçenur Ç.’nin “Söz’e Mezar”ında yer alan şiirlerin bir başka özelliği nesne-özne bütünleşmesidir. Onun şiirlerinde, öznenin nesne algısı, nesneyi yabancılaştırıcı bir işleyiş içinde değil, nesneye sızan ve nesneyi anlamlandıran işlevsellik içindedir. Başka bir deyişle, nesnelerin algılanışı ayrıntı olmaktan öte, bir türküde belirtildiği gibi, “yel vurmuş pervaneyim” biçiminde, doğayla, nesnelerle bütünleşerek özgürleştirici bir yöneliştedir.

“Söz’e Mezar”, ilk kitabı “Her Kitabın El Kitabı”ndan biçim özellikleriyle ayrılıyor. Çokgen söyleyiş biçimleri, zihinsel süreçler, dil ve dünya yorumu, ayraçlar içinde başkalarının söylemleri (ki sonuçta yine özneye ait söylemlerdir onlar, yukarıda belirttiğim poetik görüşleri de…), düzyazısal metinler katılıyor şiirinin biçimine. Yine de tekil ve tikel bir anlatım egemen kitaba. İpeksi diliyle şiiri özgürleştirici bir tutum içinde.

Şiir Kitaplarına Kenar Notları III

Düş / Görümlüğü”

Ahmet Ada

Ogün Kaymak’ın “Düş / Görümlüğü”, Savaş Çekiç’in çok güzel bir kapak tasarımıyla yayımlandı. (Yitik Ülke Yayınları, 2010). Ogün Kaymak, ‘Parantez Kuşağı’ndan ‘Düş / Görümlüğü’ne uzanan çizgide şirini inceltebilmiş ve küçük ayrıntılardan izlekler kurabilmiş ender şairlerden. Şiirden, dünyasal şiire uzanan çizgide biçim denemelerine cesaretle giren bir şair portresi çiziyor. “Düş / Görümlüğü” bunun yeni örneği. Dörtlük ya da beşlik dizelerden oluşan şiirlerinde izlek bütünlüğü dikkati çekiyor. Düzyazısal şiirlerinde, şiir tümceleriyle kuruyor şiirini. Bundan kastım tümcenin imgesel özellikler göstermesidir.

Şimdi, “Düş / Görümlüğü”nün temel özelliklerine geçebiliriz: Ogün Kaymak, gündelik yaşamın ayrıntılarından çıkarıyor şiirini. Aşk, sevgi, devrim, çocukluk ve gündelik yaşam şiirinin izlekleridir. İzleği ayrıntılar tümlüyor. Her ayrıntının izlekle bütünleşen bir işlevi var. Ve ayrıntılar dışa dönük, yani dünyasal nesnelerden oluşuyor. Balık, deniz, ud, kuş en çok kullandığı sözcükler. Bu sözcükler okuru dış dünyaya, dış dünyadaki edimlere gönderiyor. Öznenin iç dünyası yer almıyor bu şiirlerde. Dışa dönük sesler, sokağın sesleri, gölgeleri giriyor şiire ve şiirin kendi sesine karışıyor. Vurgulu, tınlamalı sesçil bir şiir değil Ogün Kaymak’ın şiirleri. Yan yana getirdiği sözcüklerin doğal sesleri, şiirinin de sesi oluyor.

Ogün Kaymak’ın şiiri kentli bireyin şiiridir. Telaşlı, telaşsız günlerin, küçük sınavların ve ötekine sevginin şiiri. İnce duyarlıkların şairidir Ogün Kaymak. Belki o yüzden, çarpıcı dizelere, şaşırtıcı biçimselliklere rastlanmıyor şiirlerinde. Sade, yalın olmaya özen gösteren bir tutum sergiliyor. Dizelerini - (çizgi) işaretiyle anlamsal olarak tamamlıyor. Bu biçimsellik anlam kurucudur. Anlamsa, dış dünyanın ya da gündelik dilin düz anlamı değil, yeniden kurulan ince ayrıntıların yüklendiği anlamdır. Şarkı sözleri, müzik terimleri şiirlerinin göndermeleridir. Bu, aynı zamanda, kültürel havzasının da göstergeleridir.

Ogün Kaymak, şiirinin öznesi vasıtasıyla bireyin varoluş kaygılarını sorguluyor. (Kırılmalar Noktürnü, s.41). Yarım kalan yaşamları varoluş kaygılarıyla aktarıyor. Ömür kısadır, yaşananlar yarımdır. Bu felsefî çıkarımlar şiirsel söylemin omurgasına oturuyor.

Ogün Kaymak şiiri, tinsel dünyanın bir kazısı değil, bireyin dış dünya ile kurduğu ilişkinin ayrıntıları üzerine kurulan bir şiirdir. Birey-öznenin gündelik yaşamı; bu yaşamın denizle, balıkla ve başkalarıyla ilişkisini dile getiren bir şiir yazıyor Ogün Kaymak. Şiir dilinin sözdizimiyle oynamayan, zorlamalara girmeyen, genel olarak gündelik dile yaslanan, açık, yalın bir dili var. Gündelik dilin içinden kendi söyleyişini üreten bir şair Ogün Kaymak. Gündelik dilin deyimlerini, söyleyişini doğrudan doğruya şiirine katmayan, ama gündelik dilin doğallığını kullanan bir şair. “Peki” diyebilen, “aslına bakarsan” diyebilen bir şair. (“Önce” başlıklı şiirinde, öznenin akıp giden sesini duyarız.)

Kentin sunduğu bireyi parçalayan, ilişkileri bölen, insanî olandan uzaklaştıran gündelik yamuklukları, Ogün Kaymak’ın öznesi, doğayla bütünleşerek aşmaya çalışır. Öznenin mesafeli sesi içtenliğiyle karşıtlık içinde görünmesine görünür ama, bunu dış dünyanın işaretlerini taşıyarak aşar şair :

Şimdi, izninizle Tanrım ve tarihin bütün kırılganlığıyla

İç kenarından ya da çapından Gazze ve Auschwitz geçmeyen

kısa bir cümle kuralım – suyu geçirmeyen:

Bakalım şiir yaşayacak mı, yüzü kendi gibi atan o minicik

yürekte, esmer? (s.68)

Dış dünyanın işaretleri, Auschwitz: (Nazi’lerin vahşetine gönderen kamp); Gazze: (İsrail’in işgali altındaki kent); esmer, minicik yürek (çocukluğun masumluğu).. Böyle bir çağrışım ağı kuran öznenin mesafeli sesi dünyada olup bitenlere gönderir okuru.

“Düş / Görümlüğü”, 2008-2010 yıllarında yazılmış şiirlerden oluşuyor ve Ogün Kaymak’ın geçtiği yolları gösteriyor. Bireyin özgürleşmesi için şiir yazıyor Ogün Kaymak. Şiirsel dizgenin içine kattığı bu duygudur.

Ogün Kaymak şiiri başlangıçta etkilenme endişesi taşımayan bir yapıdaydı. ‘Parantezler Kuşağı’ndan ‘Düş / Görümlüğü’ne akan çizgide, kendi sesini bulan, bireyliği ‘kendi’ olan bir şiirin sesi olmuş. Bu haliyle, tüm insanlık acılarını, tragedyalarını bünyesine taşıması olanaksız. Ama bu, moda deyimle, yeni ‘açılım’lara yönelmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü, Ogün Kaymak, ucu açık bir şiir yazıyor.

İzleyiciler