31 Ocak 2010 Pazar

ŞİİR KİTAPLARINA KENAR NOTLARI


Şiir kitaplarına kenar notları

2009 yılında onca şiir kitabı yayımlanmasına karşın bu kitapların ne kadarı okura ulaştı? Bilinmiyor. Bana ulaşan ve okuduğum şiir kitaplarına kenar notları yazdım. Kısa, yoğun, yoruma yönelik küçük yazılar.

Ahmet Ada

Yamuk

Ali Özgür Özkarcı, kendine özgü şiiri olan ve şiirini gittikçe derinleştiren bir şair. İlk şiirleri Varlık dergisinde yayımlandı. ‘Heves’ dergisinin yayımlanışında yer alarak bu dergide yazdı, yazıyor. ‘Heves’ farklı şiirleri olan şairlerin yer aldığı ve varolan şiirden farklı bir ‘ada’ oluşturmaya çalışan bir dergi.
Ali Özgür Özkarcı 2006’da ‘Kırbaç’ı yayımlamıştı. ‘Yamuk’ ikinci şiir kitabı. ‘Yamuk’ nitelemesi yaşama, olup bitene farklı bakışı imliyor. Bu farklı bakışın en temel belirleyeni ironi. Ali Özgür Özkarcı ironik bir şiir kuruyor. Bu açıdan yanlış okumalara her zaman açık. Şaşırtıcı olan ise varolan şiiri şiirle eleştirmesi ve anti-lirik tavrıyla geçersiz kılması.
Özkarcı, tarihi de, insanımızın geleneksel alışkanlıklarını da ironinin kefesine koyuyor ve inceden ince eleştiriyor. Türklerin binmeyi sevdiği ‘at’ ironik bir nesneye dönüşüyor onun söyleminde. Böylece ‘ezber bozan’ bir şiir yazıyor. (Mahmut Temizyürek’in ‘Atları seversin demek’ başlıklı şiiriyle karşılaştırmalı okunması ilginç sonuçlar doğurur diye düşünüyorum.) Bıyık altı bir gülümsemeyle gerçekleştiriyor bunu. Bazen de sözcüklerin ses benzerliğinden yararlanarak yapıyor bunu: “Beygirlerin imlası düzeltilebilir. / Atlar? / Atsam ne olacak? (s.13) “ gibi. Bazen şiirinin malzemesi tarih. Tarihe de ironinin içinden ve ‘yamuk’ bakıyor. Düne ve bugüne fırlattığı eleştiriler ‘toplumsal genel gidiş’ üzerinden yürüyor. Genel gidişe ‘itirazı’ var. Bazen argo, Özkarcı şiirinin bastonu oluyor ve ironiyi argo kuruyor : “Diyorum, attırın bir esemes çözelim şu işi (s.19)” örneğinde olduğu gibi. Bazen de sözdizimini bozarak yapıyor eleştiriyi: “Boynunuz devrilsin sizi! (s.19)”. Bazen de hüzünlü, melankolik, popüler olmaya hevesli tavırları eleştiriyor. Bu eleştirileri yaparken ‘düzyazı tümcesi’ kurduğunun farkındadır herhalde diye düşünüyorum. Düzyazının alanı şiirin alanını işgal ediyor çünkü: ‘Restorasyon’ başlıklı şiiri böyle.
Özkarcı, eleştiri oklarını yazın dünyasına da yöneltmekten geri kalmıyor. : “En mübahını öğrendik, amenna / Nostaljilerden şair, / Kitap eklerinden eleştirmen olunuyordu (s.32) “.Ali Özgür Özkarcı’nın ‘Yamuk’u 2005-2009 yılları arasında yazdığı şiirlerden oluşuyor. Uzun şiirler bunlar. (İlk kitabında daha uzunlarını yazdı.) Eleştirel zekânın balkıyan ürünleri. Varolan şiire ve şaire itirazlarını düzyazıya saklasa şiirinin çevrenini genişletecek. Şiirinin öznesi konuşkan. Konuşurken ayraçlar açıyor ve ayraçların içini dolduruyor.
Okur, ‘Yamuk’u okuduğunda cins bir şairle karşılaşacaktır.




Unuttuğum Limanlar
Selahattin Yolgiden’in ‘Unuttuğum Limanlar’ı üçüncü şiir kitabı. Daha önce ‘Su Kıyısında Kimse Yoktu’ (2004) ile ‘Gün Geceye Küstüğünde’ (2007) adlı şiir kitaplarını yayımlamıştı. 2009’un son aylarında yayımlanan ‘Unuttuğum Limanlar’, Selahattin Yolgiden’in şiir çevrenini limanı olan kentlere çevirdiği bütünlüklü bir kitabı. Söz konusu ‘bütünlük’ izleksel. Kıyı kentlerini dolaşan şiirin konuşan öznesi, geçmişi, geleceği, duygularını, bugünü, anılarını, sade, yalın bir söyleyişle aktarıyor. İstanbul, adalar, dünyanın kıyı kentleri, o kentlerin öznede çağrıştırdığı duygular modern bir biçim içinde dile getiriliyor.Yorgo Seferis, Kavafis, Cevat Çapan, Selahattin Yolgiden şiirinin akrabaları. Aynı kanaldan akıyor o da. Akdeniz duyarlığı şiirinin çeperlerinde hep var ve bu kaynak küçük küçük izleklere dönüşüyor. Kullandığı sözcüklerin bitiştiği sözdizimi somut anlamlandırmalara yol açıyor. Bu bakımdan ‘anlatımcı’ bir yapı gözleniyor. Narratif bir şiir denilebilir mi? Ona yakın, ama tam o değil. Duygular, uyarlıklar, iç konuşmalar bu şiiri örüyor. Hemen hemen her şiirde, özne, içinden geçenleri de duyuruyor: “ölme görmeden dedenin / yakındığı denizi (s.7) “ örneğinde olduğu gibi.Selahattin Yolgiden’in şiirinin genel özellikleri şöyle : Açık, yalın, zorlanmadan okunan bir söyleyişi var. Zor anlaşılan bir şiir yazmıyor ve çoğu zaman bir öyküsü var şiirinin. Bu öyküyü dolambaçsız bir şekilde, süslenmeden aktarıyor. Lirik bir şiir. Şiirlerin yapısı içinde izleksel sıçramalar yok. Şair, öznenin zihninden geçenleri tırnak içinde veriyor ve zihinsel düşünceler de izleğe katılıyor.Selahattin Yolgiden yaşama sevinci taşıyan özneleri de katıyor şiirlerine. Sevgiliyi, sevgiyi yüceltiyor âdeta. Modern bir romantik şiirlerin öznesi ya da öyle bir portre çıkıyor ortaya. Yolculuk, gemi, deniz imleri çok kullanılıyor. Belli ki bu çevren, Akdeniz müziği eşliğinde, Yolgiden’in şiirinin tinselliğini oluşturmuş. Şiirinin kulağa gelen bir müziği yok, ama belli belirsiz bir iç ritim söz konusu. Göndermelerle, Akdeniz müziğinin önemli temsilcilerini anıyor ki, bu da şiiri kuran öznenin kültürel göstergelerini açığa çıkarıyor.‘Unuttuğum Limanlar’ın kapak fotoğrafı Ercan Yolgiden’e ait, desenleri Sevilay Ayata yapmış.Selahattin Yolgiden, şiiri, düzyazı tümcesi ile şiir tümcesi arasında gidip gelen bıçak sırtı bir konumda kuruyor ve ağırlık her zaman şiir tümcesi oluyor. Türkü duruluğunda şiirler yazıyor.


Beş Taş



Mahir Karayazı'nın Beş Taş'ı (Yasakme Yayınları) bir ilk kitap olmasına karşın özgün ve farklı şiirlerden oluşuyor. İstanbul yaşantısının izleri damgasını vurmuş şiirlere. Dış dünya onun perspektifinden bütün çarpıklığına karşın yaşama sevinciyle boca edilmiş ürünlere. Uzun şiir tümceleriyle yazıyor şair. Onları anlamlı yerlerden bölüyor. Konvansiyonel olarak bir araya gelmiş sözlere itibar etmiyor, kendine has söyleyişlere yöneliyor. Canlı, dış dünya ile ilişkili bir dil içinden kuruyor imgelerini de. Çarpıcı bir dil, dolayısıyla çarpıcı şiirler yer alıyor Beş Taş'ta. Mahir Karayazı, doğaçlama sözdiziminin şiirini yazıyor âdeta. Matrisi İstanbul yaşantısı olan şiirlerde, alt grup insanların yaşamları da çok canlı olarak dile getiriliyor. Şaşırıp kalıyorsunuz. Gündelik yaşamın içindeki şarkı sözlerine göndermeler, türkü sözleri, ortak yazılan dörtlükler, başka şairlerden alıntılar, Mahir Karayazı şiirinin kurucu öğeleri olmuş ve bütüncül bir yapıyı oluşturmuş. İpeksi bir dil. İyi bir çıkış BEŞ TAŞ.

Horozu Düşen Hayat


“Horozu Düşen Hayat" * bir ilk şiir kitabı. Özcan Erdoğan'ın, yaklaşık on yıllık yazın hayatının verimi. Şiirin çocukluğu diyorum bu şiirlere; öyle naif, öyle içten. Sözcükler, düşünceler uçuşuyor âdeta. Kanat çırpıyor gündelik hayat. Susmalar, ayrılıklar yeni bir dil oluyor; şiir dili. Lirik ve duyarlı. Dahası, "içinde güneş uyuyan / taze bir ekmeği çook beklemişim" (s.18) diyen sıcaklıkta. 'İçinde güneş uyuyan taze ekmek'. Bu duyarlık özetler Özcan Erdoğan'ın şiirini.
Öte yandan, içinde yaşanılan çağın eleştirisi geliyor. Bunalan insan imgesi şiirlerine düşüyor: "kesilmiş bir bilet kadar çaresiz" (s.43) insanın imgesi de bir görünüp bir yitiyor.
"Horozu Düşen Hayat" Baudelaire, Edip Cansever, Adonis, Hüseyin Peker, Ece Ayhan, Cemal Süreya gibi şairlerden alıntı dizeler taşıyor. Alıntı dizeleri, bir olağanlık içinde, şiirinin dokusuna yerleştiriyor. Ve temeli eşyanın, duygu ve duyarlığın, olguların soyutlanmasına dayanan bir şiir kuruyor. Kendine has bir şiir.
Yalvaç ve şair sözü, söylemi, sözcelemi kesişen bir noktada buluşuyor. "o meşru balkonlar aklımda çocuklar sarksın diye hazırda". Sezai Karakoç'un Balkon şiirini çağıran bu dizede de, uzunlu kısalı dizelerle kurulan şiirlerinde de şiir dili akıcı. Kısaca, "Horozu Düşen Hayat" bir ilk kitap olarak göz dolduruyor.

Sönmemiş Dizeler


Çağdaş Türk şiirinin Türkçeyi köşe bucak kullanışıyla dikkati çeken bir şairi Hulki Aktunç. Aynı zamanda bir düzyazı ustası. Son dönem yazdığı şiirleri "Sönmemiş Dizeler"de biraraya geldi. (YKY, 2009). Sönmemiş Dizeler'deki şiirlerinde İstanbul'un gündelik yaşamını, vapurdaki, sokaktaki yaşamı bulmak mümkün. Aktunç, dolaşımda olan olmayan sözcüklerle kurduğu bağdaştırmalarla gündelik yaşamı yansıtıyor. Bazen dilin salt iletişim yönünü değil, dilin en küçük birimi olan sözcüğün, harfin serüvenini, sesçil olanaklarını kullanıyor. Alttan alta gelişen ironi Aktunç'un şiirlerine Metin Eloğlu tarzı bir tad katıyor. Dolaşımda olmayan sözcükleri tekrar dolaşıma sokarak hem şiirinin sözcük dağarını genişletiyor, hem de unutulan sözcüklere dirimsellik katıyor. Hulki Aktunç şiirinin biçimseliğine gelince; kısalı uzunlu dizelerle kuruyor şiirini."Ben" söylemi şiirlerine egemense bazen bunu kırıyor, diyalog dizeleri de, düzyazısal metinler de şiirinin anlamlandırma işlevine ortak oluyorlar. Bu şiirin tematiği üzerinde fazla durmuyorum. Çünkü tematiği gözümüzün içine sokacak bir tutumu benimsemiyor. "Anlatı şiir" diye nitelenen şiirde var bu. Hulki Aktunç, göndermeler düzeyinde kuruyor tematiğini. Gazze gibi, Tuzla gibi.
Bu kısa değinide özetlemek gerekirse, şiirinin gövdesinin bize ulaştırdığı derin yapı - yüzeyde görünmese de - gündelik yaşamın kendisi. O yaşamından damıttığı anları imgelerle aktarıyor.

Yazmaşiiri, Kırbozumu, Düşmanlık


Önce Temmuz 2009'da Bülent Keçeli'nin 'Yazmaşiiri' adlı yeni kitabı yayımlandı, ardından Murat Üstübal'ın 'Kırbozumu'. Bu iki şairin ikisi de Konya'da. Daha önce, 2002-2005 yılları arasında Ücra dergisini çıkardılar.Murat Üstübal 2008 yılında Huyname'yi, Bülent Keçeli de ilk kitabı Gen Tecrübeleri'ni 2007 yılında çıkarmıştı. Bu ikinci kitapları.
Yazmaşiir bir mistik şerh denemesi alt başlığını taşıyor. Bülent Keçeli'nin şiiri, eşyaya, insana, şeylere sözcüklerden, harflerden bakan, yansılayan bir şiir. Bu yönüyle, alışılmış sözdizimini bozan bir tutum içinde modern nefesler yazıyor.
Kırbozumu'nda Murat Üstübal, eşdeğer sözcüklerin ses değerleri üzerinden yürümesine karşın sesçil bir şiir kurmuyor. Anti-lirik bir şiir kuruyor. Şiirinin teyelleri yer yer arkaik bir dille işliyor. İnsan hâlleri, çağ ve uygarlık eleştiri derin yapıdan okunabilir. Sözcük dağarı olabildiğince geniş, sözcük bağdaştırmaları da oldukça farklı.
Türk şiirinin lirik damarından sapan şiirler yazıyor her iki şair de. Şiir algısını, alışkanlıkları kıran şiirler. Tasavvufa, felsefeye dikiş atan şiirler.
Düşmanlık, ilk baskısı 2004 yılında yapılan Osman Özbahçe'nin ikinci kitabı.(Ebabil Yayınları, 2009).Osman Özbahçe çağdaş Türk şiirinin serüvenine eğilen, köklerini inceleyen bir şair aynı zamanda. Düşmanlık, uzun şiirlerden oluşan bir kitabı. Yeni epik şiir olarak adlandırmak mümkün şiirlerini. Hakan Şarkdemir gibi o da tarihsellik içinden bakıyor bugünün insanına ve onun yeryüzü serüvenine. Arka planında İslami kaygılar, tasavvufi bir çevren taşıyor.


Yer Yara Kabuğu


Mustafa Ergin Kılıç'ın beşinci şiir kitabı Yer Yara Kabuğu yayımlandı. Daha önce Lâlfabe , (2006); Beş Duyum, (2006); Desibel, ‘2007); Gam Kuşağı, (2008) adlarını taşıyan kitapları yayımlanmıştı. Birbiri ardı sıra kitaplar yayımlayarak oldukça verimli bir şair olduğunu kanıtladı Kılıç.
Mustafa Ergin Kılıç'ın şiiri hayatın küçük ayrıntılarından kaynaklanıyor. Sözcükleri kullanırken (yan yana getirirken- sözdizim içinde) bir anlam kurmayı amaçlıyor. Nesnesini anlamlandırmayı seçiyor. İnsanın yeryüzü serüveninin ayrıntıları giriyor şiirlerine. Varlığın nedenselliği üzerinde durmaktan çok, onun günlük yaşam içindeki yapıp etmeleri, duyguları, nesneleri algılayışı şiirinin konusu oluyor. Yazınsal soyutlamalarla gerçekleştiriyor bunu. İkili, üçlü, dörtlü dizelerle kuruyor şiirini. Sözcüklerin benzeş seslerinden ritim elde ediyor.
Mustafa Ergin Kılıç, ‘Yer Yara Kabuğu'nda, bireysel duygular, duyarlıklar çevreninde fır dönüyor âdeta. Şiirlerinin öznesi, insana, evrene, yeryüzüne bir insan tasarımı içinden bakmaktan belki uzak. Belki bu nedenle bir derinlik duygusu, elle tutulur bir varlık algısı çıkmıyor şiirinin derin yapısından. Nesnelere, doğaya yaklaşımında o derinliği göremiyoruz. Rene Char'ın "Dışarıda don var, ağacın içinden geçiyor yaprak" dediği derinlik.


Ağrılı Renk


Fuat Çiftçi, ilk kitabı ‘Aynada Arbede’den sonra ikinci şiir kitabı ‘Ağrılı Renk’i yayımladı. Fuat Çiftçi, poetik yazılarıyla da 2000’li yılların öne çıkan bir şairi. Avanos’ta yayımladığı ‘Şiiri Özlüyorum ‘ dergisi 34. sayıya ulaştı. Bu dergide yayımladığı eleştirel yazılarıyla da dikkati çekti. ‘Bağımlılık – Şiir’ adlı poetik metnini yayımladı Çiftçi.
Bu ön bilgilerden sonra, ‘Ağrılı Renk’ okumalarıyla, şiirinin genel özelliklerini açığa çıkaralım: Fuat Çiftçi, sözcüğü öteki sözcüklerle bitiştirerek sözdizimsel ağırlığı olan bir şiir kuruyor. Bağdaştırmaları da sözcük ağırlıklı. Tek sözcükle kurduğu dizelerde olsun, birkaç sözcüğü birleştirme eksenine taşıdığı dizelerde olsun, sözdizimini soyutlayarak anlam kurmayı hedefliyor. İmgeleminde, hayata, eşyaya, insana ait ne varsa, onları imgeye dönüştürerek anlamlandırıyor. ‘Karacaoğlan Kırığı’ başlıklı çalışmasında halk şiirine gönderme içermeyi amaçlıyor. Bu şiiri erotik izler de taşıyor. Kırık, eksiltili söylemiyle ‘kumam Karacaoğlan’ dese de, Fuat Çifçi modern bir şiir yazıyor. Kırık, hışırtılı, fırça darbeleri düşüren, eksiltili şiir dili ve söylemiyle evleri, çocukları dile getiriyor : ‘babasız evlerde ne çok / yorgun kiremitler (s.12)’ dizeleri bunun örneği. Arı, duru, dolaşımda olan sözcükleri seçiyor. Sözcükleri, birleştirme ekseninde o kadar çok soyutluyor ki, gizemli anlamlandırmalar oluşuyor. Bazen de üstgerçekçi bir şiir yazdığını düşünüyorsunuz.
Rahat rahat söylemeliyim: Fuat Çiftçi’nin şiiri Türkiye’nin fay kırığı gibi. Her ân sarsabilir, şaşırtabilir okuyanı. Bazen italik dizelerde buluruz bu şaşırtıcı olguyu: ‘saflık hakkı olmalı evlerin (s.24) ‘ gibi, ‘evle çocuk bakışıyor (s.23)’ gibi. Bu son dizede karşılıklı bakışmanın düşünsel derinliğini düşünün; nesnelerin, eşyaların tinselleştirilmesi Fuat Çiftçi’nin şiirini farklılaştırıyor. Şiir dilinin farklı bir dil oluşunun bilincinde Fuat Çiftçi: ‘keşfedilmeyi bekleyen / koca cenin : dil (s.26)’ diyor. Başka bir yerde şiir için ‘ayırt eden sözdür’ diyor. Eşyanın kederini duyuran bir şiir yazıyor. Bu bakımdan, bir ‘düşünce’ şiiri kuruyor Çiftçi. Düşünce okunuyor onun şiirinde. Yakınması da bu yöndedir: ‘insanı okuyan yok’. İnsanî olan bir şiirdir onunki. ‘İnsan yenikse bağrım sağırdır’ , diyor.Fuat Çiftçi şiirinin akrabası İlhan Berk şiiridir. Metinlerarası göndermeler, işaretler İlhan Berk şiirine yakınlığını gösteriyor. Ne ki, çok farklı bir şiir kuruyor Çiftçi. Örneğin Karacaoğlan sevgisi şiirine çağdaş bir içerik yüklemekle sonuçlanıyor. Söylemi de giderek ‘bilge’ söylemine dönüşüyor. Bu da, gündelik hayatı (olup biteni) ötelemesine neden oluyor. Öte yandan, ‘hasat yerinin bakışını giyer ikindi (s.58)’ diyen özne doğaya bakışımızı değiştiriyor. Fuat Çiftçi şiiri, öznenin tinselliğini derin yapıya geçiren, dolayısıyla anlamını hemen ele vermeyen, retorikte tüketilmeyen bir şiirdir: ‘ ne çok deri balkır ağacın yüreğinde, gizlenir yaprak (s.44)’ . Bu dize sıkıdüzen şiirin görünmeyeni gösterme çabası olarak okunabilir.
Şairane değil, liriğin ölçüsünü kaçırmayan bir şiir yazıyor Fuat Çiftçi.


Rugan
Deniz Durukan’ın ‘Şakağına Daya Beni’ adlı 2005 yılında yayımlanan bir yapıtı var. ‘Rugan’ ikinci şiir kitabı. Deniz Durakan rock müzikle ilgili yazılar da yazan bir şair. Şiiri, kentli bir şiir. Kent yaşantısının karmaşası içindeki bireyin türlü hâlleri bu şiire yansıyor. Bireysel duygular, duyarlıklar, insanın sıkıntılı hâlleri, çevre etkileri, kadınlık hâlleri Deniz Durukan’ın izlekleri. Bu izlekleri yalın bir söyleyişle, dolaysız olarak dile getiriyor. Küçük şeylerden, dahası ayrıntı denilebilecek şeylerden şiir çıkarıyor. Örneğin yürüyüşler, nefes alıp vermeler, sıkıntılar Durukan şiirinin izlekleridir. Öznenin yaşantısının kendiliğinden gelişen yapıp etmeleri, sade, yalın bir söyleyişle, süssüz bezeksiz ve içten dile geliyor Durukan’ın şiirinde. Aşklar, kırgınlıklar da aynı şekilde dile getiriliyor. İmge için imge kurmak, söz sanatlarını kullanmak gibi yazınsal edimlere başvurmuyor. Hayatı, yaşamayı seven bireyin bakış açısı egemen oluyor şiirlerine. Hayatın bütünselliğini düşünecek olursak, Durukan’ın şiirlerinde hayata ait hiçbir şey gözünden kaçmıyor ve imgeleminde yer ediniyor. Kadın ılıklığı, dudak ısırığı gibi ayrıntılar kuruyor şiirini. Bakmayın siz ‘ince ayrıntılara bakmadan (s.11) ’ gidiyorum sözlerine. Sözün kişiselleştiği kesişme noktalarında şiirinin öznesinin sesi hep var ve ‘hiçlik çağı’na ayrıntılar taşıyor.Bir ayna tutuyor özne. Aynayı yeryüzünde gezdiriyor. Aynadan okuyoruz bireyin yaşamındaki pek çok ayrıntıyı. Çağın getirdiği umutsuzluk, intihar düşüncesi, bireyin ruhsal bunalımları, Deniz Durukan’ın ‘Rugan’a taşıdığı temel sorunsalları: ‘içeriden seviyorum kendimi (s.25)’ diyen özne, dışarıyla içerinin bütünlüğünü gözlüyor. Ayrıntıların ‘petrol mavisi, kaşe ceket’e dek indirgenmesi, Durukan’ın ayrıntılardan hareket ederek bütüne varma çabası olarak görülebilir. Cinsellik, Durukan’ın şiirinin insanı bütünleyen yanı. Edimsel anlamı cinsellik olan ‘Huzursuz bacak sendromu’ başlıklı şiirinde bunu görmek olasıdır. Öteki şiirlerinde de cinsellik imleri gözleniyor. Temel izlekleri yalnızlık, insan hâlleri, sokak, insan yüzleri, müzik vb.Tikel insanın hâllerinden insanlık hâllerine geçtiğinde, şiiri kabuğunu çatlatabilecektir düşüncesindeyim.

Şiir Kitaplarına Kenar Notları II

Şu yargı çok doğru: ‘Aslında, birbirilerini bile okumaktan kaçınan şairlerin diyarı Türkiye.’ Ne yazık ki öyle. Çağdaş Türk şairi birlikte aynı dergide yer alan şairi okumuyor. Nice güçlükle yayımlanan şiir kitaplarını yalnız şairler alsa şiirin çevreni değişecek. ‘Edebiyatın bunca dışında mı şiir? ‘ diye sormayacağız. Belki şiir yeniden dolaşıma girecektir. Bugün, şiirin dolaşımda olmamasının nedeni sadece şairlerin şiir okumaması da değil. Yayınevlerinin, dağıtım ağlarının ‘şiir satmıyor’ gerekçesiyle isteksiz oluşları da bir başka etken. Başka bir etken de, şairlerin toplumsal ilgilerinin giderek azalması, şiirin de bu ilgisizlikten payını alması. Şairin insanî olan şeylere uzak düşmesi olur şey değil, ama Türkiye’de bu somut bir olgu.

Öte yandan popüler şairlerimiz var: Popülerliklerini şiirlerinden almayan, şiir dışı davranışlarından alan şairler.. İçlerinde ‘iyi şiir yazan” hanesine yazılacaklar da var. Şiirin saygınlığını sürdüren, merkezi değerlerle bir olması için çaba gösteren şairler yok mu? Var elbette. Ama o kadar az ki, seslerini duyurmaları olanaksız gibi.

DİLTOZU

Diltozu, Osman Erkan’ın üçüncü şiir kitabı. Karayazı/ şiir dizisinden çıkan kitabın editörü Cuma Duymaz. Türkiye’de, 2010 yılında, şiirin okuru yok. Şiir giderek edebiyatın bütünselliğinden de koptu. Öteki disiplinlerle buluştuğu da söylenemez; örneğin resimle, müzikle, sinemayla..

Osman Erkan gündelik dilin sözdizimini bozarak şiir kuruyor. Şiirinin yapısı dilin bozuk düzen kurgulanması üstüne kurulu. Çok zor bir anlamlandırma edimi bu. Edimsel anlamı kimi zaman doğal imlerle ( dilin dış dünyayı imleyen yönüyle), kimi zaman da kurgusal dil imleriyle kurmaya çalışıyor. Oldukça gerilimli bir şiir dili ortaya çıkıyor ki bu da “anlamı” uçlara savuruyor. Öte yandan, bazı metinleri şiir değil düzyazı. Bazı şiirlerindeki sözcükler birleştirme ekseninde (eşdeğer sözcüklerle birleştirme eksenine akmadıkları için) ‘bağıntı’ kurmaktan kurtuluyor, uçuşuyor. Yapay imler Osman Erkan’ın şiirini itici yapıyor. Sözcükler düzlemindeki yığma yapı anlamı dile getirmekten uzak. “Sevimli Fırtınacım” gibi, “Kopça-7” gibi güzel şiirlerini de anmalıyım.

Bana öyle geliyor ki, Osman Erkan, yapay dilsel bağdaştırmalardan uzak durdukça, konuşma dilinin akıcılığına yaslandıkça daha güzel şiirler üretecektir.

İKİNCİ HAYVAN

Murathan Mungan’ın 2010 yılının Ocak ayında yayımladığı ‘İkinci Hayvan’ başlıklı şiir kitabı ( Metis Yayınları) daha önce yayımlanan şiirler ile ilk defa yayımlanan şiirlerden oluşuyor. Bazı şiirler ise şiir değil. Şiiri var eden özellikler bazı metinlerinde yok: Örneğin “Soru Sağaltmaları” gibi. Öteki şiirlerinde de, şiirden fire veren bir tutum içinde. Yapıdan, biçimden, ses örüntülerinden fire veren bir şiir ortaya koyuyor. Bu yönelişin şiir dilinden kaynaklandığını rahat rahat söyleyebilirim. Şiir dili tek tek sözcüklerin yan yana gelmesinden değil, bilimsel, teknik terim ve kavramlardan oluşuyor çoğunlukla. Teknik terim ve kavramların seçilişi dilin kurduğu şiirselliği ortadan kaldırıyor. Öyle ki, daha şiirlerin başlıklarından başlıyor bu durum.

‘İkinci Hayvan’da Mungan, toplumdaki değişimi gündelik yaşamın aldığı imlerle aktarıyor. Kentin kaosunu, kültürel yozlaşmaları, basıncı, çürüyen ilişkileri, eleştirel göndermelerle yansıtıyor. Kültür eleştirisi, yeni bir biçim ve yeni bir yapı içinden yapılmadığından, şiirler de estetiksel bir ivme kazanmıyor. İzleksel bağlamlarının önemi yadsınamaz olan bu kitap, estetiksel eksileri çoğaltmış gibi. Kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu’na ait ve dikkat çekici.

ARZUDA TENHÂ

V.B.Bayrıl ‘Arzuda Tenhâ’da, (Mühür Kitaplığı ) şiirin yapılan bir şey olduğunu bir defa daha kanıtlıyor. Onun izlekleri imalar, göndermeler yoluyla varlık buluyor. Temel izleği varlığın yeryüzü serüveni. Şiirin bütün biçimselliği varlığın yeryüzü serüveninin cisimlenmesine hizmet ediyor. Sözcükleri bölüyor. Şiir tümceleri kuruyor. O tümceler, öteki tümcelerle “anlam” kuruyor. Bazen böldüğü sözcükler işlevsiz kalıyor. Ama, o bir anlatım ustası ve bu işi öykülemeden yapıyor. Eşdeğer tümcelerle anlam kurmayı seçiyor. Bazı sözcüklerinin dolaşımda olmayışı dilinin çabuk yıpranmasına neden olabilir.

“Kendi olmayan Öteki’nin de uçurumuna sığmaz (s.13) “ diyor. Sözcüğün ve her dizenin bağlamını kurarak “kendi” oluyor. ‘Arzuda Tenhâ” iç dünyanın dile gelen, dil işçiliğiyle şiirleşen yansısı.

NİDÂ

Ahmet Telli, ‘Barbar ve Şehlâ’dan yedi yıl sonra ‘Nidâ’yı yayımladı. (Everest Yayınları, 2010). ‘Nidâ’da Ahmet Telli, deneyimlediği dünyayı aşk duyarlığıyla yansıtıyor. Bugün dolaşımda olmayan eski sözcüklerle, Alaturka şarkılara göndermelerle bir çağrışım çevreni yaratıyor. Savaşımcı günlerden dinginliğe çıkmış, umudu da umutsuzluğu da aşkla onarmaya çalışan bir duyarlık içinde ‘Nidâ’da. “Sen”e seslenen özne, zamanı ve uzamı düne dönüşlerle kuruyor, ama bugünün içinde kalıyor. Bize özgü Alaturka müziğin duyarlığı şiirlerine sinmiş. Bazen söylencelerin diliyle, yurdunu yitirmiş halklara, çocukluğuna ve gençliğinin bittiğini sandığı yoldaşlık günlerine göndermeler yapıyor.


İzleyiciler