12 Temmuz 2010 Pazartesi

Şiir Kitaplarına Kenar Notları VI

“HİÇLİK KULESİ”NDE BİR RUH

AHMET ADA

Bülent Karslıoğlu’nun şiirlerine ilk defa Şiir Oku dergisinde rastladım. Mustafa Köz’ün yayımladığı Şiir Oku dergisi nice iyi şiire sayfalarını açmıştı. Şiir poetikasıyla da ilgili uçarı bir dergiydi. Bülent Karslıoğlu, Dize, Başka, Poetikus, Yeni Biçim, Mum, Mozaik, Güzel Yazılar, Şiir Ülkesi dergilerinde de şiir yayımladı. “Hiçlik Kulesi” (Yitik Ülke Yayınları, Mayıs 2010) şairin ilk kitabı. Karslıoğlu, 1976 Samsun doğumlu. Bir denizci ruhu taşıyor.

“Hiçlik Kulesi’nin kapak tasarımını Savaş Çekiç yapmış: Yaratıcı bir tasarım. Kitabın iç tasarımı şöyle: a) Adanmış şiirler bölümü, b) Deniz üçlükleri bölümü, c) Dönüş şiirleri bölümü, d) Ölümlü aşk şiirleri bölümü, e) Sönmüş deniz fenerleri bölümü. Bölümler 6+10+4+7+6 : 33 şiirden oluşuyor. 64 sayfa. Son şiir ”Yaban Sözlük”le bitiyor. Doğrusu, son şiirden sonra boş bir sayfa konmamasını yadırgıyorum. Kitap, Bülent Karslıoğlu’nun baba ve annesine adanmış.

Bülent Karslıoğlu’nun şiirleri neyi, nasıl dile getiriyor? İlk bölümde İlhan Berk’e, Cemal Süreya’ya, Müslim Çelik’e, babasına, ülkeye adanmış şiirler var. İlhan Berk ile Cemal Süreya’nin portresinin çizildiği şiirlerde, şairlerin yaşam ve şiirlerine göndermeler içeren sözcükler seçilip bir araya getirilmiş. Karslıoğlu, hemen belirteyim, lirizme bulanmış bir şiir yazıyor. “Az sözcükle anlat değişen şeyleri” (s.21) diyen şiirin öznesi, az sözcükle çok şey ifade etmeyi seçiyor. Karslıoğlu’nun eksiltilmiş ifade tarzı, oylumu küçük ama anlam derinliği geniş bir şiir yazmasına yol açmış. Yalın olan ve kimi zaman düzyazıdan şiir devşiren bu tutum sadeliği de beraberinde getirmiş. Yalın, derin anlamlı, sade bir şiiri var. Şiirlerin içine girdikçe inceliklerini fark ediyorsunuz. Neler yok ki bu inceliklerde? Yaşam felsefesini “hiçlik” üzerine kuran şairin, şiirlerini de bu bakış açısıyla yazdığı gözlenebilir. Yaşamı bir serüven çizgisinde algılayışı, şiirine de geniş çevrenler açmış. Söz’ü en az düzeyde kullanan bu tutum, şiirlerde felsefî katmanlara yol açmış. Kendisi olan şiirler bunlar.

Şiirlerinin biçimsel birkaç özelliğine değineyim: Karslıoğlu da, kuşağının diğer şairleri gibi küçük harfle yazıyor. Dizelerini bölerek kuruyor. Dizeler arasında gidip gelirken öznenin sözünü de bölüyor. Ya öznenin aklından geçenleri ya da başka öznelerin sözlerini tırnak içinde vererek ‘bir durumu’, ‘bir düşünceyi’ aktarıyor. Tekli, ikili, üçlü, dörtlü, beşli, altılı dizelerle (kümelerle demeliyim) bir ‘yapı’ oluşturuyor ki, arada boşluklar bırakarak, okuyucunun nefes almasına, yorum yapmasına imkân veriyor.

Ses için üretilmiş şiirler değil bunlar. Anlam kurucu özelliklerini şu birkaç dizeden okumak mümkün:

eski bir yazıydı babam
sokak tabelalarındaki R harfi (s.19)

babam eski bir deniz dibi haritasıydı (s.20)

Bülent Karslıoğlu’nun şiirleri, ağırlıklı olarak ‘deniz’ imgesi taşıyor. İzleği deniz olan şiirler. Şöyle de denilebilir: Doğduğu yerde durmayan şair, ütopyasını denizlerde arıyor: “kayıp bir ülke aranıyor” (s.21) belki. Bulamadığında, “Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim” diyen Konstantinos Kavafis’in öznesi gibi, dönüp dolaşıp doğduğu kente dönüyor.

Bülent Karslıoğlu’nun minör şiiri, major ‘anlatı’lar içeriyor; insanın yeryüzü serüvenini şiirden fire vermeden aktarıyor.: “en acı günlerini yaşıyor ülken / yüzünde bir meyvenin ciddiyeti” (s.22) gibi; “yağmur sonrası çatıların üstünde iki yarım damla gözlerin” (s.22) gibi çarpıcı söyleyişlere, imgelere kitap boyunca rastlıyoruz. Yazınsal imgeyi temellendiren bir şiir bu. Üç dizeyle kurduğu bu küçük lirik söyleyişler ( ki kitabın ikinci bölümünde yer alıyor), deniz, gemici, liman, gece vb. izlekler taşıyor. ‘Eve dönüş şiirleri’ olarak okumak mümkün üçüncü bölümdeki şiirleri. “Ev yoktur dönmek için de, kalmak için de” diyor ya Adorno, tam karşıtı bir durum. Eve döndüğünde yeni gömmüşler babayı, evin gerçekliği, derken yeni bir “yol” aranışı, zamanın tüketilişi, hiçlik duygusu kuşatıyor özneyi. “Ölümlü aşk şiirleri” bölümündeki şiirlerine ada görüntüleri, zaman ve nesneler, sevgili, varlık ve yokluk, sen’e seslenilerek dile getiriliyor. Derin varoluş kaygıları bu bölümün ana omurgası gibi.

Anlam kurucu bir yöntem izleyen Bülent Karslıoğlu, uykusuz bir şair-özneye, “anlamak için değil şiirler” (s.49) dedirtiyor. “Çatışma” başlıklı şiirinde, ‘anlatan ben’, üç beş sözcükle adam ile kadın arasındaki sessiz sevgiyi dile getiriyor. “Taçlı Yaprak” başlıklı şiir gündelik yaşamın izleriyle örülü: “iki kulaç sonra önümüz mezopotamya” (s.51) gibi, “asimetrik savaş, yaşamak ve ölmek” (s.51) gibi, günümüz Türkiyesine göndermeler içeriyor. Son bölümdeki şiirlerde de, sözcük tutumluluğu içinde ayrıntı zenginliğiyle, deniz, ağ, gökyüzü, yani tümüyle doğa, insanın işleyen bir yanı gibi görüntüleniyor: Tuvaldeki fırça darbeleri gibi, ışık ve gölge içinde.

Bülent Karslıoğlu, duru bir Türkçeyle keşfedilmemiş bir şiiri keşfedip ortaya çıkarıyor. Özgün, tıkır tıkır işleyen bir şiir. Yalın dille şiirsel gerilimler yaratıyor.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Şiir Kitaplarına Kenar Notları VI

“Ay Konuşsun” Üzerine

AHMET ADA

“Ay Konuşsun” Aydan Yalçın’ın ikinci şiir kitabı. İlk kitabı “Aşkence” 2007 yılında yayımlanmıştı. Aydan Yalçın 1964 Mersin / Silifke doğumlu. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi Bölümü mezunu. Şiirlerini 2000’den sonra çeşitli edebiyat dergilerinde yayımladı. İlk kitabı “Aşkence”de kendini dışarıda tutarak bir gözlemci gibi umudu, umutsuzluğu, aşkı, hüznü, özgürlüğü dile getirmişti. Kimi zamanda “ben” söylemiyle, biraz dik, biraz âsi bir sesle saydığım izlekleri ‘yapı’ya dönüştürmüştü. Alttan alta, yumuşacık bir ses tonuyla beslenen lirizm şiirlerinin başat öğesiydi. “Kirpik Ucunda Ağladı Şiir” gibi iyi şiirler de yer almıştı o kitabında. Ne ki, asıl ustalık dönemi şiirleri, kimi kusurlarına karşın, “Ay Konuşsun” ile erken geldi. (Hayal Yayınları, 2010)
“Ay Konuşsun” “Kader kitabının aynı sayfasında yazılıyız biz” dizeleriyle açılıyor. Pasternak’ın bu dizelerinden sonra, kitabını ailesine adamış Aydan Yalçın. (Hemen belirteyim, lirizmin “ay”, “yıldız”, “gece”, “mehtap”, “aşk” gibi izleklerden beslenmesi, giderek ortak sözcükler kümesinin oluşmasına neden oldu. Aynı şiir havzasından beslenen şairlerin çoğalması şiiri tekdüze, bıktırıcı, gerçeklikten uzaklaşan bir konuma sürükledi. Öyle ki, ‘anti-lirik olmak’ bir almaşık gibi göründü bazı şairlere. Lirizmden alandan kaçarken ‘çorak’ bir araziye girdiler.) Aydan Yalçın’ın şiiri gerçekliğe bulanmış bir lirizmi içeriyor. Bu bakımdan, gerçeklikle ilişkinin kurulmasını önleyen çok az klişeleşmiş söz var: saçlarım yıldız / yüreğimin ay süzmesi” (s.36) gibi. Bir de, “baş koyduk karanlığın çekilecek ipi” (s.41) gibi klişe dizeler çok az, ama olmaması da özlenir. Toplumsal kaygıları dile getirmeye çalıştığı “Emperyal” başlıklı şiirin bu kitapta olmaması gerekir. Daha seçici davransa kitabı arınacak. Örneğin, estetiksel yönden ortalama düzeyde kalmış “gözlerin bir çift kurşun” (s.47) gibi dizeler olmayacaktır kitabında: “zamanı kaybettim ve buldum / sarsak ve çipil gözlü bir kentte” gibi “ve” bağlacını sıkça kullandığı dizelerinde, dizeyi bölmesi hoş değil. O dizeleri şöyle kurabilirdi :
zamanı kaybettim, buldum
sarsak, çipil gözlü bir kentte

Yazma arzusu kimi zaman küçük kusurları görmemizi öteliyor.

“Ay Konuşsun”un sade bir tasarımı var. Boris Pastenak’ın dizesiyle açılan ilk bölümden sonra “İçimin Kamburu” başlıklı bölüm geliyor. 30 parça uzun bir şiir “İçimin Kamburu”. Aydan Yalçın asıl ustalığını bu şiirde gösteriyor. İnsanın yeryüzündeki duruşu, varoluşu, ölüm ve dirim sorunları bu uzun şiirde dile getiriliyor. Şiirde konuşan öznenin varoluşu doğayla bütünleşmiş olarak yansıtılıyor. Öznenin yaşam serüveni, ölüm-dirim karşıtlığı içinden aktarılırken, yaşam felsefesi de açığa çıkıyor. Biçim yönünden de kusursuz. Bilgece bir söylem dikkati çekiyor. Zaman zaman âsi bir söyleme dönüşebiliyor:

yaşıyorum bugün
kendime intiharı yakıştıramadığımdan
çek git
teğet geç ölüm
(s.83)

Bu uzun şiirin 29. ve 30. bölümü Özgür’e ithaf edilmiş. Çocukluk yaşamına, Akdeniz’e özlemi dile getiriyor. Kısaca şu söylenebilir: Aydan Yalçın’ın şiiri, “İçimin Kamburu” başlıklı şiiriyle, estetiksel düzlemde iyiyi işaret ediyor.

Yadırgadığım bir durum: Aydan Yalçın’ın şiirlerinde ‘kadınlık’ olgusu ile bedene yönelik bir kazı göze çarpmıyor. Genel insanlık halleri kendi ruh halinin içinden dile getirilirken ‘kadınlık’ durumu, biyolojik farklılık dışta tutuluyor. Bu alan çok ince, kırılgan duyarlıklara, ayrıntı zenginliğine, başkaldırıcı gizilgüce açık oysa. Gündelik yaşam ve kadınlık; belki bu başlık Aydan Yalçın şiirini yeni bir “yolda olma haline” dönüştürecektir.

Aydan Yalçın ikilikler, dörtlükler vb. kümelerle kuruyor şiirinin yapısını. Bölümleri genellikle numaralandırıyor. Küçük harfle kurduğu dizelerinde çok az noktalama işaretlerine başvuruyor. Biçim oyunları, sözdizimini bozma, boşluklar görünmüyor. “İstiridyelerden inip gemilere binen şair Baki Ayhan T.’ye adadığı “İstiridyede Göç” (s.10) başlıklı şiirinde, şiirin konuşan öznesi, “bir istiridyeye girerim /en beyaz yanımla” (s.11) gibi çok ince bir duyarlığa açılabiliyor. Dingin bir ruhla yazıyor. Şaşırtmıyor beni. Şaşırtıcı, çarpıcı dizeleri yok Aydan Yalçın’ın. “Dar Uyku” gibi duyarlığın üste çıktığı; “Çağrı” gibi tekrarlarla elde edilen ritimsel özelliği olan şiirlerinde estetiksel düzel yükseliyor. Bütün şiirlerinde bu özenin olması özleniyor. O nedenle, Aydan Yalçın, daha seçici, daha kılı kırk yaran bir tutum içinde olmalıdır.

Aydan Yalçın’ın şiiri, başka şairlerden alıntı dizelerle başlayan, ama göndermeleri daha çok içindeki çocuğa olan, kişisel, kendi söylemini geliştiren bir şiir. Bir çeşit sadeliğin, dolambaçsız, masumiyeti kendinde olan, yapı kurmayı amaçlayan ve bunu da başaran bir sözün şiiri: “rüzgâr bekler bir harmanda buğdayım” (s.65) diyor ya, aslında doğayı insanın yanında gören, doğadaki görünmeyeni görünür kılan bir şiir diline ulaştıkça ürpertici şiirler yazacaktır Aydan Yalçın.

İzleyiciler